10 Mayıs 2012 Perşembe

Breath of Fire II

"Nobody pays any attention to the Dragon God. It was so nice before.. Oh, I'm sorry. When you get old, you tend to complain. Now, are you going to tell me the story of your life?"


Breath of Fire serisi Capcom'un rpg alanında ne kadar başarılı olduğunun bir göstergesi. Serinin 5 oyunu var ilk ikisi SNES konsoluna, diğer ikisi PSX'e ve sonuncusu da PS2'ye çıkmıştı. Ama Capcom bu güzel serinin devamını getirmedi. Belki Capcom bu seriden yeterince kazanamıyordu, belki seri yeterince tutmamıştı (ama biliyoruz ki bu imkansız), belki de başka bir sebebi vardı. Ama birşey kesin ki Capcom son yıllarda açgözlü bir firmaya dönüştü. Birçok popüler oyun serisinin yapımcısı olarak en çok para getiren serilerine ağırlık vermiş olabilirler. Bu benim kişisel kanaatim.



Gelelim Breath of Fire serisine, 4. oyun PSX için çıkmış olmasına rağmen bunun bir de PC portu vardı. PC üzerinde J-rpg türünün nadir hazinelerinden biriydi 4. oyun. 3. oyuna kısa bir göz atma şansım olmuştu fakat bir türlü oynama fırsatı bulamadım. 5. oyun elime hiç geçmedi ve hakkında pek bir bilgim yok maalesef. İlk iki oyun SNES platformundaydı ve Capcom bunların yeniden yapım versiyonlarını GBA konsoluna çıkarmıştı. Tabi bundan benim haberim yoktu. Ta ki 2. oyunun sonlarına doğru geldiğimde şans eseri haberim olana dek. İlk oyun serinin açılış oyunuydu ve "henüz" oynayamadım. Her oyunda olduğu gibi ilk oyunda bir "Ryu"muz ve bir "Nina"mız var, bunun yanında farklı ırklardan olan yan karakterler ve güzel bir hikaye var. Ama konumuz 2. oyun.


2. oyun, benim için güzel ama biraz da buruk bir deneyimdi. Buna birazdan değineceğim. Öncelikle hikayeyi anlatayım. Kontrol ettiğimiz karakter Ryu, ve çocukluk zamanlarında babası ve kızkardeşiyle yaşadıkları olayları oynuyoruz en başta. Oynamaktan çok bir flashback diyebiliriz. Kızkardeşimiz Yua'nın sık sık gittiği bir ormanlık alan var. Onu aramaya koyuluyoruz çocuk başımızla. Bulduğumuzu sandığımız sırada bir yaratık bize saldırıyor. Çocuk halimizle yenemiyoruz ve son anda babamız bizi kurtarıyor. Sonra biraz fırça yedikten sonra hikaye devam ediyor. Bu ormanlık alanda bir ejderha iskeleti var ve bir kapıyı koruyor ve Yua bu ejderhanın yakınlarında uyuduğunda rüyasında annesini görüyor. Eve dönmeden önce Ryu da annesini görebilmek umuduyla uykuya dalıyor. Annemizi göremiyoruz ve üstüne uyandığımızda garip olaylar olmaya başlıyor. Evimize döndüğümüzde Yua ve babamızdan eser yok, ve köyde kimse Ryu'yu tanımıyor. Kilisenin rahibi bir geceliğine yer ayarlıyor ve o gece kankamız olacak kişiyle tanışıyoruz. Bu kişi Bow isminde kobold olarak tarif edebileceğim köpek ve insan karışımı bir hırsız. Gece vakti köyden çıkıyoruz ve yakındaki mağaraya giriyoruz, çünkü gidecek başka yer yok. Burası karanlık ve önümüzde birşey beliriyor, ister istemez takip ediyoruz. Mağaranın sonuna ulaştığımızda koca bir yılan benzeri bir yaratığı takip etmiş olduğumuzu farkediyoruz ve yaratık bize saldırdıktan sonra aradan yıllar geçiyor ve başka bir şehirde buluyoruz kendimizi. Bow ile birlikte avcı olmuşuz ve avcılar loncasında ufak işler yaparak geçiniyoruz. Bu sırada kanatlı bir kadın, evcil hayvanını kaybettiğini söylüyor ve onu bulmak bize düşüyor. Oyun gerçek anlamda bu esnada başlıyor.

Oyun boyunca birçok irili ufaklı görevler yapıyoruz, değişik karakterlerle tanışıyoruz, ekibimize ilginç karakterler dahil oluyor, ve klişe olsun olmasın destansı bir hikayeyi yaşıyoruz. Bu aşamada söylemeliyim ki hikayenin ilerleyiş stili çok ama çok iyi. Dünyayı kötülerden kurtarmak asıl amacımız ama bunu yaparken birçok neşeli, hüzünlü, acı, tatlı olaylarla karşılaşıyoruz. Oyunun bence en güzel kısmı bu. Her rpg oyununda olan şeyler belki bunlar, ama bu kadar güzel işlenebilmesi her oyunun harcı değil. Mesela yeni bir karakter ekleniyor partimize, bu karakterin hikayesi ve kendisiyle yüzleşmesi gereken bir senaryosu var, bu bittiğinde bir diğerine geçiyor ve böyle devam ediyor, bunları tamamladığımızda kendisiyle yüzleşmesi gereken kişi Ryu oluyor. Oyundaki ana düşmanımız St.Eva denilen kiliseler sayesinde insanları kontrol edip dünyayı ele geçirmeye çalışan bir topluluk. Her gittiğimiz yerde St.Eva'ya hizmet eden ve o bölümün boss'u olan karakterler var. Oyunda bu hikaye akıcılığı göz önüne alındığında oyun çok daha eğlenceli bir hal alıyor.


Oyunun ses ve müzikleri yeterince iyi, sıkıldığımı söyleyemem, çünkü her önemli olay sonrası müzikler değişiyor ve sıkılmaya izin vermeden farklı müziklerle ziyafet çektiriyor.

Oyunun belki de en önemli özelliği savaş sistemi. Oyunda 4 kişiyi kontrol ediyoruz ve her karakteri belli bir süre kullanmak zorundayız. Bu yüzden karakterler arası farklılıklar olsa da, oyunda biraz vakit harcadıktan sonra karakterlere hakim oluyoruz. Mesela bu karakterleri tanıyalım.
Ryu: Oyunun baş karakteri, mecburi olarak onu her zaman kontrol etmek zorundayız. Atak, defans, can konusunda yeterince iyi, ama büyü ve hızı nedense biraz düşük. Özel yeteneği ejderhaya dönüşmek. Ryu'nun en güzel yanı bu, tek saldırıda 999hp çok iyi. Ayrıca balık tutubiliyor harita yeteneği olarak.
Bow: İkinci karakterimiz Bow. Kendisi bir köpek yada köpekimsi. Hangisini tercih ederseniz. Ok kullanıyor ve her alanda normalin üstünde bir performans gösteriyor. Harita yeteneği avcılık.
Katt: Katt bir kedikız. Canı çok az, defansı da zayıf ama kodum mu otutturan bir karakter. Hatta Ryu'dan sağlam vuruyor. Harita yeteneği Bow gibi avcılık ama kayaları da parçalayabaliyor.
Rand: Armadillo cinsinde dev bir karakter. Şaşırtıcı şekilde birçok özelliği harika, tek kötü yanı hızı. Harita yeteneği topa dönüşüp yuvarlanarak gitmek.
Nina: Breath of Fire oyunlarının değişmez karakterlerinden Nina. Normalin aksine siyah kanatları var ve bu yüzden aslen Prenses olması gerekirken sürgüne gönderiliyor. Defansı ve canı en az olan karakter, buna rağmen saldırı büyülerinde bir numara. Harita yeteneğini çok kısa bir süre kullanabiliyoruz, bu yetenek de bir kuş çağırıp onunla beraber uçmak.
Sten: Sten bir maymun. Çok hızlı olmasına rağmen diğer yetenekleri averajı geçemiyor. Nedense bir türlü sevemediğim bir karakter. Harita yeteneği, uzun kolları sayesinde köprü görevi görmek.
Jean: Jean bir kurbağa adam ve bir prenses onu öptüğünde insana dönüşeceğini sanan vurdumduymaz takılan biri. Eskrim yapıyor ve şaka amaçlı konmuş bir karakterden öteye gidemiyor. Ama olur da karakterin mutasyona uğramış halini oynamak istersek oyundaki en güçlü karaktere dönüşebiliyor. Harita yeteneği, dev bir kurbağaya dönüşmek.
Spar: Spar bir bitki adam. Çok güçlü bir karakter değil ama iyileştirme büyüleri yönünden çok iyi. Birkaç farklı formu var. Harita yeteneği, bitkilerin arasından geçebilmek ve bitkilerle konuşabilmek.
Bunlar haricinde gizli bir karakter daha var. O da ilk oyundan ve diğer oyunlarda da olan Deis/Bleu. Oyunun en güçlü karakteri demek yanlış olmaz. Yarı yılan/yarı insan. Normalde Bleu için Naga demek doğru olur ama Breath of Fire evrenine göre kendisi bir Endless.


Oyuna başladığımda oyunu çok dengesiz buldum, ilk düşmanlar çok güçlü gelebiliyor ve hemen seviye atlamak gerekiyor. Hatta oyunun büyük kısmında seviye atlama ihtiyacı hissetmek mümkün. Tabi oyunun GBA versiyonunu keşfetmem bir nevi üzücüydü. Çünkü oyun hen daha güzel grafiklere sahipti, hem koşma düğmesi vardı ki bu üzülmemdeki ana nedendir, ve üstüne üstlük düşmanların verdiği deneyim puanları ve paralar daha fazlaydı, bu sayede oyun daha oynanabilir hale getirilmiş. Ben oyunun SNES versiyonunu oynadım ve fena değildi. Keşke GBA versiyonunu oynayabilseydim.

Oyun artılarıyla eksileriyle türünün başarılı örneklerinden biri. GBA versiyonu kolay ulaşılabilir. Eğer retro rpgleri seviyorsanız, Breath of Fire II'ye bir şans vermenizi öneririm.

4 yorum:

  1. Yanıtlar
    1. Stalkına stalkla yanıt verirdim de çoook geç kalmışım. :P

      Sil
  2. şimdi stalk falan değil de, BoF'un altısı gelecek abi. multi-platform hem de. çıkış tarihi henüz yok ama nette görseller bulabilirsin.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Multi-platform en sevdiğim zaten, Capcom yapıyorsa pcye illa ki çıkar, çıkmazsa ayıp ederler. Bakayım da ona göre konuşayım, ama BoF 6 da ayrı bir hype meselesi. :D

      Sil